6 Mayıs 2012 Pazar

Yaz yaz yaz

Bilmiyorum hiç denk geldiniz mi, yasadınız mı bu hissiyatı ama ben suan özlediğim bir duygudan bahsetmek istiyorum. Sahilden veya sessiz bir dag basından sehri ve otoyol ışıklarını izlemek... Özellikle yazın karsı karşıya kalınsan bir durum oluyor tabii. Sırtta ince bir hırka, bacaklar toplanmış sandalye tepesinde otururken, tek basına veya bir arkadasla, aile ferdiyle, uyku göz kapaklarını zorlamaya Başlayana kadar sessizce, konuşmadan uzakları izlemek. Tabi deniz kenarindaysan hafif dalga sesleri eşliğinde. Oof of. Bu düşünceler aklımdan gitmedikte İstanbul'da huzur bulamiyorum. Neyse yaz yaklaştı zaten. Hasretimin bitmesine de az kaldı.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Kıskançlıktan Bayılacağım

Tamam biliyorum, ben çok kıskanç bir ınsanım. Çok klasik bir yaklaşım olacak ama herkesin hayata karsı takındığı o saf salak bakış acısını çok kıskanıyorum. Belki bazen daha iyi gibi gozukebilir tam bir aptal kız/erkek profili çizmek (daha çok ikili iliskiler için getirisi bol olan bir hareket tarzı olduğunu kimse inkar edemez) insana ne kadar fayda getirebilir ki. Bunu hayatı hafife almakla karıştırmamalı. O tamamen farklı bir durum, hatta kendi fikrimce olması gereken bir durum ama öyle yapıyormuş gibi gözükmeye çalışırken aptal taklidi yapmak da nedir be abilerim ablalarım. Bol bol goruyorsunuzdur, sokakta yüzü şaşkın bir ifade almış ağzı açık Abuş gibi gezen kizlar, hayir efendim Ben Daha sapsal gorunmeli daha savsak durmalıyım yarışına girmiş gibi sahte sahte gülmekten kendinden gecen tipler, etrafa davetkar olduğunu sandığı boş bakışlar atan genc adamlar. Ya tamam Birşey değil de cidden kıskanıyorum, o düz mantıkları, o at gözlüklerini, o sürekli mutlu olabilme imkanını. Biri iltifat edince bunu kendi basit görünümüne değil de karsı konulmaz çekiciliğine bağlayan insanları. Ah yavrum, ya gercekten anlamıyorlar ya da çakallikta uzay olmuş bunlar. Aman naparlarsa yapsinlar, benden uzak olsunlar. Zaten durduk yere kendimle çeliştim. Herkes istediği gibi yasasın nasıl istiyorsa öyle davransın diyordum ben. Ama adam gibi efendi gibi. :P

1 Nisan 2012 Pazar

Sıkıntıdan televizyondaki gece yarısı saçma romantik komedilerini izlemek...

   Bence bu isimde bir öğreti olabilir. Çok garip bir şey değil çünkü özellikle yaz ayının gelmesiyle artan gece yarılarına hatta sabahlara kadar oturma muhabbetlerinde evde tıkılmış durumdaysanız iki seçeneğiniz var, "Doktorlar" veya "Gece Yarısı Filmleri". İstemesen de fena sarıyor ikisi de o ayrı. Sonuçta zaten "peh.. pöf..." şeklinde sinyaller vermeye başlayan körpe zihinler moronlaşmaya başlıyor. Keşke etrafta kalk yerine yat şeklinde komutlar verecek annelerimiz olsa. Hem boş işlerle uğraşmak, televizyon izlemek zorunda kalmazdık hemde üç dakika bir telefona bakıp boş ekranla yüz yüze gelince "fuck you" demezdik içimizden ya da bilgisayar ekranıyla bakışırken hiçbir hareketlilik belirmeyen ekrana hareket getirmek için kral oyunu açmazdık. Neyse ne sonuçta yapıyoruz bunları. Bir nevi sarhoşluk durumu, bilincinin dışında hareket etme tripleri. Çünkü yatmak için çok uyanık ama kitap okumak için çok yorgun ve uykusuzsundur. Fight Club adlı filmin başlarında dönüyordu böyle bir muhabbet şimdi hatırladım. Peki ben şuan niye bu kadar boş şeyler yazıyorum. Çünkü bilmiyorum, bilsem yazmazdım herhalde. Hem bu da yukarıda belirttiğim sarhoşumsulukla aynı kafa o yüzden tam olarak yazdıklarımdan sorumlu tutulamam.

30 Mart 2012 Cuma

Başlayacağım da...

Genelde, biraz da sınav stresiyle tabi (üniversite sınavına hazırlanıyorum) çenem pek bir düşüktür. Çoğu şey hakkında söyleyecek çok şeyim oluyor çünkü. Tutamıyorum kendimi, yorum yapmak kendimi anlatmak ihtiyacı hissediyorum. Kimsenin de çok dinlediği yok normalde o ayrı. Bu halimi farklı şeylere bağlayanlar, beni garipseyenler çok, ama olsun ben bu hafif kafayı kırmış halimi enteresanlığıma bağlayanları dinlemeyi tercih ediyorum. Hem asıl ben onları garipsiyorum sonuçta kendimi kasmak sıkmak gibi bir derdim yok, aman neyse...
  Ben söylemek, bahsetmek istediğim şeyleri anlatayım...  Bir yerden de başlamak lazım tabi şimdi. Mesela -hazır kendini kasmak demişken- şu benim derin yaralarımdan biridir; genelde ben sadece belgesel izlerim insanlarına maruz kalırız. Onlara özel isimle hitap ettiğime bakmayın severim onları, kısmen bende onlardanım ama ben dizi de izlerim arada, ama biliyorum, sadece belgesel izlemekten zevk alan insan olabilir, çok doğal. Ama işte, herkesin her şeyden birbirine hava atma çabası nedeniyle sürekli bir sinekten yağ çıkartırcasına haha onda da daha süperim, şunda da sana fark atarım havası var. Bende yok mu bende de var, ama bunun farkına vardığımdan beri birazcık kısmaya çalışıyorum, çünkü çok sinir bozucu bir durum. Bir gün oturdum, bunun neden ileri geldiğini düşünmeye başladım, ama sadece bunun için oturmadım, o sırada zaten oturur vaziyetteydim, her neyse, aklıma şöyle bir teori geldi; insanlar en başta herkes ulaşamadığı ve günlük hayata uzak olduğu için batı kültürünü, onlara öykünerek çekilmiş dizileri, filmleri seyretmeye ve onları seyretmiş olmanın bir ayrıcalık meselesi olduğunu düşündükleri için bunları ulu orta etraflarındakilere söylemeye başladılar, günler geçti aradan yıllar geçti, herkes bunlara ulaşabilir bunları rutin yaşantısının içine katabilir oldu işte o zaman asıl havalı olan bunlarla ilgilenmemek kimsenin bilmediği yeni ve orijinal kişileri izlemek dinlemek oldu, bu seferde bu kişiler hava atmaya başladı gibi gibi. Yani sürekli önce bir şeyleri hep beraber yapma sonra da ayrı olma merakı. Böylece artık herkes her söyleneni böbürlenmek olarak algılamaya ve aslında herkes de konuşurken lafı bir yandan kendilerine getirmeye daha yatkın bir hale geldi. Ve bence bu nedenle ne zaman biri gerçekten yapmaktan zevk aldığı ve yaparken mutlu olduğu bir şeyi söylese eğer bu şey herkesin yapabileceği ilgilenebileceği bir şey değilse, genel izlenim "hava atmaya çalışıyor lavuk, kaç kere okumuştur/izlemiştir/dinlemiştir/yapmıştır." olup, bu şahsiyetin belirttiği eylem duymazlıktan geliniyor. Ben çok yaşadım böyle dialogları: 
"Dün bir film izledim harikaydı, İtalyan filmi, hikayesi çok farklıydı bir kere... bıdı bıdı" 
"hıı öyle mi..." 
  Tabi biraz da kıskançlık ve bir doz da çekememe durumu var bunun içinde bence. Keşke herkes kendini daha albenili göstermek için değil de cidden sevdiği bir şeyi sevdiği için söyleyebilse, ya da havası sönecek diye sevdiği bir şeyi söylemekten kendini alı koymasa. Mesela ben çevremde rahat rahat böyle geniş geniş "Hocam ben arabeske bayılıyorum, gerçekten bir güzelliği var benim için." diyebilecek insan tanımıyorum. Varsa gelsin tanışalım. Ama ben bu durumu bir öz güven eksikliği olarak görmüyorum. Hatta doğal bence, ya hatta bırakalım öyle kalsın, çünkü biri bunu söyleyebilse bile o çok derin ve anlayışlı gözüken kişiliklerinden sıyrılıp da, kimsenin, bu duruma kucak açabileceğine, normal karşılayabileceğine ve saygı duyabileceğine inanmıyorum, inanamıyorum. En azından bu durumun farkında olmayan kişilerin böylesine bir muvafakat gösterebileceğini aklım almıyor. Keşke olsa böyle insanlar da hepimiz kardeş kardeş yaşasak. Ama neyse canım, bence sen bırak da her şeyi neyi seviyorsan neyi istiyorsan onu yap.

23 Mart 2012 Cuma

Marirest

Şuan yazmamın aslında tek sebebi kendi kendime okumak. Tam olarak blog prensiplerini bilmediğim için kim bunlara nasıl ulaşıp okur bilmiyorum ama okunmasını da istediğimi söyleyemem. Dürüst olmak gerekirse burada yazmak daha az zaman ve enerji gerektiriyor belki de o yüzden bunu tercih ediyorum. Daha önce de yazmadım değil tabi ama elle yazmak yorucu ve fazla zaman alıcı. Neyse öyle işte.